25 Ağustos 2013 Pazar

MİSHKA VE BEN



Bir ilk yaz akşamıydı karar verişimiz. Ne zamandır konuşuyor, kaç celsedir tartışıyorduk nasıl olup bitebileceğini.
Dört bir yandan, güzel dostların baskısı altındaydım.
'' Hadi, '' dediler,  '' Senelerdir bize taşıdın, çocuklarımızı büyüttün, daha profesyonelce yap şu işi, ''
'' daha çok insan faydalansın, bu tertemiz ürünler daha çok kişiye ulaşsın.''
'' Yıllardır gıda üretimi yapan bir aile var, bilgi var, donanım var, araziler var, mekan var, gıda mühendisi bir kardeş var. Daha ne olsun? ''
Dediler, dediler, dediler...:)

Gönlüm yıllardan beri doğaldan yanaydı, karar vermek hiç zor olmadı. Kaldı ki, zaten tahin, pekmez, helva üretimine devam etmek, aile şirketinin başına geçmek üzere ayrılmıştım eski işimden.
Karar vermemiz gereken şey; kendimiz ve yakın çevremiz için yetiştirdiğimiz, ürettiğimiz doğal ürünleri daha geniş bir alana yayıp yaymayacağımızdı.

İlerleyen günlerde, arazilerimizi gözden ve elden geçirdik. Köydeki arazileri organize ettik. Köyden çalışmak isteyen hanımları bulduk, işe aldık. Tarlada bize yardımcı olacak ayrı bir takım kurduk. Vakit kaybetmeden ekim-dikim işlerine giriştik. Tahin üretim tesisimizin kullanmadığımız bir kısmına Mishka üretimleri için tadilat yaptık. Mermer tezgahlar, paslanmaz kazanlar, raflar yerleştirdik.




Ben son uçuşum, Chicago'dan indikten 2 gün sonra tarlada sebzeleri suluyordum:) Bunu duyunca, '' sen şimdi Amerikaları bırakıp buraya mı geldin be moru, delirdin eralde? '' diyen hanımlarla gülüp, eğleniyordum:)
( Köyde kulaktan kulağa yayılınca, beni, Amerikaları bırakan deli kızı, özel görmeye gelenler bile oldu:):):))





Şimdi o yaz akşamından bu yana neler yaptığımıza ve ne kadar çok eve, mutfağa, sofraya konuk olduğumuza bakıyorum da, bundan sonra yapacaklarımız için ayrı bir heyecan ve mutluluk kaplıyor içimi. Bir de iyi bir şey yapıyor olmanın verdiği huzur...O huzur ki, herşeye değiyor.













1 Ağustos 2013 Perşembe

DOĞALLIK AŞKINA. DÜNYA'DA DOLANIRKEN


Küçük bir yerde çocuk olmanın güzellikleri sonradan sürekli geçmişe dönüp baktığınız, sizi hayat boyu kovalayan, bir lanet olarak geri dönebiliyor:)
Geriye dönüp baktığı için taş kesilen bir peygamber karısınınki  gibi kısa ve acısız değil, daha sancılı ve uzun bir süreç bu.
O günlerin doğallığının, samimiyetinin yokluğunu sürekli hissediyorsunuz.

Artık domatesler aynı boy, kıpkırmızı, parlak, çok albenili ancak domates gibi kokmuyor, tat deseniz, yok. Keza salatalıklar yemyeşil, çok düzgün, ne de kolay soyuluyor ama evi saran kokusu eksik.
Eski hoşaflar, kompostoların, evde yapılan ayranların yerini yapay, hazır içecekler almış, artık günlerce yenmese de, ne ekmekler bozuluyor, ne yoğurtlar.

83 yılında çıkardığı albümünde '' Biz büyüdük ve kirlendi dünya '' demişti Yeni Türkü.
Kocaman sistemlerin işleyip, çarkların döndüğü, büyük adamların, sadece '' toplumun iyiliğini ve refahını '' düşünen politikalarının uygulamaya konduğu, her geçen gün, her şeyin biraz daha kirlendiği, bozulduğu 30 sene geçmiş üzerinden.
Kime güveneceğimizi, ne satın alıp yiyeceğimizi, çocuklarımıza, hastalarımıza ne yedirebileceğimizi şaşırmış bir vaziyette kalakalmışız.


Bu süreçte ben şanslıydım, ailem hala çocukluğumun geçtiği şehirde yaşıyordu, gidebileceğim, dönebileceğim, büyük şehirlerin, yolların yorgunluklarından toprağa basarak arınabileceğim bir yer vardı.

Tertemiz havasını içime çekebileceğim, buz gibi sularla yüzümü ıslatabileceğim, hala doğallığını koruyan sebzelerden, meyvelerden yiyebileceğim, komşularla kapı önü sohbet edebileceğim bir yer.

'' Paylaşmadığın senin değildir '' derdi rahmetli anneannem. Ben de sahip olduğum bu şansı hep çevremdekilerle paylaşmayı düstur edindim.

Keşan'da, doğal olan, büyük şehirde ulaşması zor olan neye erme, neyi tedarik etme imkanım varsa, İstanbul'daki arkadaşlarıma, komşularıma taşıdım senelerce. Sebzeler, meyveler, ekmekler, turşular, tarhanalar, kahvaltılıklar ve daha bir sürü şey.
Kimi şifa buldu, kimileri çocuklarını büyüttü, kimi sofrasına lezzet, sağlık kattı paylaştıklarımızla.

Yetmedi, onları misafir ettim burada, sadece yiyecekleri değil, havayı, suyu, manzarayı da paylaştık :)

İşim bana farklı ülkeleri, farklı kültürleri gidip görme imkanı verdikçe, özel merakım, düşkünlüğüm olan doğal gıdalar, yiyecekler konusunda da zenginleşmeme vesile oldu.

(Ne zaman yabancı bir ülkeye gitsem, üç yerde saatlerce (abartmıyorum) vakit geçiririm ben; kitapçılarda, pazarlarda ve marketlerde :) )


GÜNEY AFRİKA, CAPETOWN'DA BİR MARKETTEN







MADUMBI, TATLI PATATES ÇEŞİDİ BİR KÖK SEBZE


İnceledim, pazarları, marketleri gezdim; insanlarla konuştum, sordum, soruşturdum, yöresel restaurantlara gittim, mutfaklara girdim, tattım, denedim, hatta bir kaç yerde mutfağa soktular, pişirdim :):)


DELHİ'DE SEBZE, MEYVE PAZARI
Mesela ben cevizin nasıl yetiştiğini Kırgızistan'da, Bişkek'de pazardaki yaşlı bir kadından öğrendim.
Urfa'nın çeşitli otlardan hazırlanan, müthiş sağlıklı ve lezzetli  '' Bostana Salatası '' nın yapılışına, hemen orada, ekipçe gittiğimiz lokantanın mutfağında nezaret ettim.



SEUL'DE GECE PAZARI VE YEMEK TEZGAHLARI
HONG KONG MARKET, SEBZE VE MEYVE REYONLARI





( Hong Kong'ta dünyanın değişik mutfaklarının çok başarılı icra edildiğini görebilirsiniz. Bir Fransız yemek dergisinde aşçılar için Hong Kong'ta yemek yapmanın, kendilerine prestij kazandıran bir şey olduğunu okumuştum)


ALMANYA'DAN, ORGANİK KURU SOĞAN





Gezerken, incelerken ve diğer ülkelerin bu konuda bizden çok ileride olduğu gerçeği ile her seferinde yüzleşirken, doğal gıda konusunda bir şeyler yapma isteği içime yer etti. Nasıl yaparım, ne yaparım bilmiyordum, ama insanların doğal, temiz, sağlıklı gıdalar yiyebilmesine katkım olsun çok ama çok istiyordum.

O zamanlar çok severek yaptığım bir işim, sorumluluklarım, gerçekleştirmem gereken planlarım projelerim vardı.

'' Ne zamandı? ''

'' Bir gün mutlaka'' idi...